9 Şubat 2016 Salı

Serdar Korucu
Gazeteci

Hundred-Year Homeowner Now Unwanted Refugee

Yüzyıllık Evsahipliğinden İstenmeyen Mülteciliğe

01.09.2015


H.O.'s wife interrupts to timidly tell a scene she has experienced. She tells about a woman's reaction in a bus asking "Why are you here while our children are dying for you there?" Letting these words of her mouth, she has tears in her eyes...


H.O.’ın eşi giriyor araya, ürkekçe kendi başından geçen bir hikayeyi aktarmaya başlıyor. Otobüsteki bir kadının “Bizim çocuklarımız orada sizin için ölüyor, siz neden buradasınız?” diye tepki gösterdiğini anlatıyor. Gözleri doluyor bu cümleyi kurarken, sözlerin onda kurşun etkisi yarattığını yansıtırcasına… 


Syria, the "safe harbor" of every crisis involving many nations from Armenians to Kurds, from Palestinians to Iraqis in the region in the last century, is shattered today. The main victim of the war is a group of Syrians who become refugees away from their homeland, taking no sides in the conflict going on in the country... Life is tough for them far away from their land. And in Turkey, which proud of its "Tolerance"...

Son yüzyılda Ermenilerden Kürtlere, Filistinlilerden Iraklılara bölgedeki her krizde “güvenli liman” olan Suriye bugün paramparça. Savaşın en büyük mağduruysa ülkede çatışmanın tarafı olmayan ve doğduğu topraklardan uzakta mülteci konumuna düşen Suriyeliler… Onlar için topraklarının dışında hayat çok zor. “Hoşgörüsü” ile övünen Türkiye’de de… 

Turkey talks about Syrians only when they die. The larger the number of casualties in a combat or attack in some city, the more we see them on the news. Unless the war "personally" concerns a group, their voice cannot be heard in Turkey.

 Suriyeliler Türkiye’nin gündemine hayatını kaybettiklerinde gelebiliyor. Bir şehirdeki çatışmada ya da saldırıda ne kadar fazla ölürlerse haber bültenlerinde o kadar yer alabiliyorlar. Savaş bir kesimi “özel” olarak ilgilendirmedikçe de Türkiye’de seslerinin yankılanması mümkün olmuyor.

Syrian Civil War was "noticed" by the public as late as September 16, 2014, when ISIS, the group which refers to itself as an "Islamic State", attacked Ayn El Arap, or Kobane as called by the Kurdish population living there. The loss of lives in the protest demonstrations and movements organized in a number of cities on October, 6-8 reminded Turkey that the land beyond the border is more than a "neighbor". However, this sensitivity did not last long.

Suriye İç Savaşı’nın son dönemde kamuoyu tarafından “fark edilmesi” 16 Eylül 2014’te, kendini “İslam Devleti” olarak adlandıran IŞİD’in ülkenin kuzeyinde yer alan, bölgedeki Kürt nüfus tarafından Kobani diye adlandırılan Ayn El Arap bölgesine yönelik saldırısı ile gerçekleşti. 6-8 Ekim arasında pek çok ilde gerçekleşen protestolar ve eylemlerdeki can kayıpları, Türkiye’ye sınırın ötesinin “komşu”dan fazlası olduğunu hatırlattı. Ancak bu duyarlılık da uzun sürmedi.

Today, all the Syrian refugees, including the Kurds from Rojava line, are subject discrimination and reminded in their social lives over and over that they are not wanted - children among their friends, fathers at work, mothers on the streets...

Bugün ülkenin kuzeyindeki Rojava hattından Türkiye’ye gelen Kürtler de dahil tüm Suriyeli mülteciler ayrımcılığa uğruyor. İstenmedikleri kendilerine sosyal hayatlarında defalarca kez hatırlatılıyor. Çocuklara arkadaşları arasında, babalara çalıştıkları yerlerde, annelere sokaklarda…

One of the victims of the discrimination is H.O.. He lives in Batman. He fled Kobane, targeted by ISIS, with his family 10 months ago and took shelter in Turkey.  Their escape was not a choice, but an obligation.

 Savaşın ateşi kendilerine yaklaştığında önce ölenlerin haberlerini aldılar. Dayısının oğlunu kaybetti, yakın akrabalarının yaralandığını öğrendi. Ardındansa silah sesleri yaklaştı. Bu nedenle bırakmak zorunda kaldılar anavatanlarını.

While the fire of the war was approaching to them, they first got the news about deaths. He lost a cousin and heard of his injured relatives. Then, arrived the gunshots. So, they had to leave their homeland.

 Bu ayrımcılığın mağdurlarından biri de Batman’da yaşayan H.O.[1]… 10 ay önce ailesi IŞİD’in hedefindeki Kobani’den kaçarak ailesi ile Türkiye’ye sığındı. Bir tercih değil, mecburiyetti onlar için bu kaçış.

H.O. like every Syrian, misses his life in Kobane. "I had a stall where I used to sell vegetables. Beautiful days they were" he says, filling with tears. Today, he tries to maintain his family by taking one-day jobs. For him, every morning, every new day is another struggle for life. He would do anything as work. He is mostly hired to carry packages...

H.O., Kobani’deki günlerini özlüyor her Suriyeli gibi. “Bir tezgahım vardı, sebze satardım. O günler çok güzeldi” diyor gözleri dolarak. Bugünse günü birlik işlerle ailesini geçindirmeye çalışıyor. Her sabah, her yeni başlayan gün, bir mücadele, bir yaşam savaşı onun için. Ne iş olsa onu yapıyor. En çok da yük taşımak düşüyor payına…

H.O. is one of those who have witnessed the destruction of his country step by step. He says five years ago, even before the war started, his brother was arrested by the Damascus government, which he calls the "regime." And that they have not heard from him since then... That is why Syria means "sad memories" as well as "homeland" for H.O. and his family. Yet, it is equally difficult for them to build a new life in Turkey.

H.O. ülkesindeki yıkıma adım adım tanık olanlardan. 5 yıl önce, savaş başlamadan önce “rejim” dediği Şam yönetimi tarafından bir kardeşinin tutuklandığını söylüyor. Ve ondan bugüne kadar haber alamadıklarını… Bu nedenle H.O.’ın ailesi için Suriye demek “anavatan” kadar “acı hatıralar” demek aynı zamanda. Fakat Türkiye’de yeni bir hayatı inşa etmeleri de zor.

For the life they want to make, his two out of five children go to school. One of the two is called "Hivron", meaning "moonlight" and the other is "Rojin", meaning "Sun". When we ask them if they like the school, they first say "Ere" in their own language and then say "Yes". They have dreams. Each want to be a doctor. However, their parents are not that optimistic. 

Kurmak istedikleri hayat için beş çocuğundan ikisi okula gidiyor. Birinin adı “ay ışığı” demek olan “Hivron”, diğeri “güneş” yani “Rojin”. “Okulunu seviyor musun?” diye sorduğumuzda önce anadillerinde “Erê” diye yanıt veriyor ardından “evet” diye tekrarlıyorlar. Hayalleri var. Doktor olmak istiyorlar. Ancak anne ve babaları o kadar ümitli değil.

"On the first day when we were here in Turkey, everything was different," says H.O., telling about how the perception towards them has changed: "They used to help us, but now we are not wanted. We can explicitly feel that."
“Türkiye’ye geldiğimiz ilk gün her şey farklıydı” diyor H.O. ve kendilerine yönelik değişen algıyı anlatmaya başlıyor: “O zamanlar bize yardım ediyorlardı, bugünse istenmiyoruz. Açıkça hissediyoruz.”

Although they are not like those Syrians in Istanbul, Ankara or Izmir, who have to put up with people's closing car windows, turning their faces away, or patronizing looks while they panhandle, this family's story reveals a completely different aspect of discrimination.

İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde dilencilik yaparken otomobil camları kapatılan, yüz çevrilen, horlanarak bakılan Suriyeli mülteciler gibi olmasalar da ayrımcılığın bambaşka bir boyutu çıkıyor bu ailenin yaşadıklarında. 

H.O.'s wife interrupts to timidly tell a scene she has experienced. She tells about a woman's reaction in a bus asking "Why are you here while our children are dying for you there?" Letting these words of her mouth, she has tears in her eyes, as a sign of the bullet effect of the words in her heart...

H.O.’ın eşi giriyor araya, ürkekçe kendi başından geçen bir hikayeyi aktarmaya başlıyor. Otobüsteki bir kadının “Bizim çocuklarımız orada sizin için ölüyor, siz neden buradasınız?” diye tepki gösterdiğini anlatıyor. Gözleri doluyor bu cümleyi kurarken, sözlerin onda kurşun etkisi yarattığını yansıtırcasına… 

H.O. is angry. He cannot stay as calm as his wife. As an answer to the question "Why don't they go back?" asked by the public where "they" refers to the Syrian refugees, he has to say two sentences: 
"If you can stay in Syria or in Kobane with your children and family just for a month, I promise we will go back!"

H.O. ise öfkeli. Eşi kadar sakin olamıyor. Tüm Suriyeli mültecilere yönelik kamuoyunda oluşan “Neden dönmüyorlar?” sorusuna iki cümle ile yanıt veriyor: 
“Siz çocuklarınızla, ailenizde Suriye’de, Kobani’de rahatlıkla bir ay kalın. Söz biz de geri döneceğiz!” 

[1] This interview was made within the scope of "Support to Life with E-Voucher Program" conducted by Support to Life with funding provided by European Commission's Humanitarian Aid and Civil Protection department (ECHO) and with support of the German humanitarian organization Diakonie Katastrophenhilfe.  
Bu görüşme, Avrupa Komisyonu İnsani Yardım ve Sivil Koruma Ofisi (ECHO) fonu ve Alman yardım kuruluşu Diakonie Katastrophenhilfe’nin desteği ile Hayata Destek Derneği tarafından yürütülen “E-kartla Hayata Destek Programı” kapsamında gerçekleştirildi.  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder