16 Şubat 2016 Salı

Ve kadın “ah!” dedi, kızının yüzünü okşarken... / And woman said “ahh!” while caressing her daughter’s face...








Çiğdem Usta 
İletişim Sorumlusu / Communication Officer
Hayata Destek Derneği Support to Life
________________________________________________________________________________________

Bıçağın ucundaydı 
insanların hafızası 
‘İnsan unutandır ve insan 
unutulmaya mahkum olandır.’ 
Tanrı şöyle derdi o zaman: 
Ah!
“On a knife edge was 
human memory  
‘Human is one who forgets 
and one who is 
doomed to be 
forgotten.’ And God would say: 
Ahh!
Didem Madak

Her coğrafyada aynı mıdır ah’ın anlamı? İnsan kayıpları için, yaşayamadıkları için, elinden akıp giden zaman için ve de hayata tutunma telaşesindeyken bir yandan, aynı şekilde mi iç geçirir, ah eder? Bir fotoğraf karesinde bir kadın yüzü yavrusuna dönük, çocuksa bana bakıyor hem ürkmüş hem ürküten gözlerle... Bir kız çocuğunun gözlerinde sorguluyorum şimdi; her coğrafyadan, her milletten, her kültürden insan o yıkıcı duyguyu “ah” diyerek mi anlatır acaba?

Is the meaning of “ahh” the same all around the world? Does everyone sigh or say “ahh” in the same way for his/her losses, for those he/she can never experience, and for the time that flies while trying to hold on to life? An image of a woman looking at her daughter who is staring at me with her eyes that are both afraid and scary... In the eyes of a child, I am now questioning whether people of any region, nation or culture express this same disruptive feeling with an “ahh”?
Fotoğraf karesinde bir kadın. Bir Ezidi. Bir anne. Türkiye’nin son 5 yıl içinde ‘misafir’ ettiği 2 buçuk milyon mülteciden biri. Irak’ın kuzeyindeki Şengal’den can havliyle kaçan 30 bin Ezidi’den biri. Her mültecinin farklı bir hikayesi var. IŞİD saldırılarından kaçan Ezidilerinki en kıyıcılarından... Fakat her hikayenin örgüsünde konuşa konuşa normalleştirdiğimiz, esasında normal olmayan bir de değişmez saklı; savaş mağduriyeti. 

A woman in a frame. A Yazidi. A mother. She is one of the 2.5 million refugees “hosted” by Turkey in the last 5 years. She is one of the 30 thousand Yazidis who ran away from Sinjar, northern part of Iraq, for their lives. Every one of them has a different story. It is one of the cruelest that is experienced by those Yazidis escaping from attacks of the ISIS. However, there is one thing that is true for every story, an abnormality we normalize as we talk about it: war-victimization. 

Bilindik olması gerçekliğini azaltmıyor; insanlık, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük göç krizine tanıklık ediyor. Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana Suriye ve Irak’ta yaşayan 5 milyona yakın insan evlerini, dostlarını, gündelik yaşamlarını, vatandaşlık haklarını geride bırakarak ülkelerini terk etti. Hayatta kalabilmek için... İlk güzergahlardan biri, komşu ülke Türkiye’ydi. Bir komşuya misafir olarak gelmedikleri, ülkelerindeki şiddetin günden güne daha da derinleşmesiyle anlaşıldı. Savaş mağduru mültecilerin misafire ikramın ötesinde insani ve hayati ihtiyaçları vardı, hala var. Mülteci akını bugün de devam ediyor. İhtiyaçlar listesi uzuyor.

The fact that we know it does not make it less real; the world witnesses the largest migration crisis since the World War II. About 5 million people have left their homes, their friends, their daily routines, and their civil rights in Syria and Iraq since 2011 when the war started in Syria. They did it in order to survive... One of the first destinations is the neighbor Turkey. As the violence in their country has intensified day by day, it is now understood that they are not guests any more in the neighboring country they arrived. These refugees, victims of the war, needed humane and vital needs, which they still need. The flow of refugees continues even today. The list of needs is growing longer.


Fotoğraf karesindeki Ezidi kadın –yüzü yavrusuna dönük, çocuğun gözleri bana- bu ihtiyaç sahiplerinden biri. Ve biz, onun ve ailesinin ihtiyaçlarından haberdarız. Çünkü onlar, E-Kart ile Hayata Destek Programı’ndan yararlanıyor.

The Yazidi woman in the image, with her face towards her daughter whose eyes staring at me, is one of them who are in need. And we are aware of her and her family’s needs. This is because they are benefiting from what the Support to Life with E-Voucher Program offers. 

Avrupa Komisyonu İnsani Yardım ve Sivil Koruma Ofisi fonu ve Alman yardım kuruluşu Diakonie Katastrophenhilfe desteği ile Hayata Destek tarafından yürütülen proje, Diyarbakır, Batman, Urfa ve Hatay başta olmak üzere sınır kentlerde mülteci ailelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için geçen yıl başlatıldı. İhtiyaç sahibi mülteci ailelere verilen e-kartlar aracılığıyla evinden uzakta yaşam mücadelesi veren mülteciler, kendi seçimleriyle belirlenen mağaza ve dükkanlardan temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Hanedeki kişi sayısına göre yapılan nakdi yardım, mülteci ailelerdeki her bireyin ihtiyaçlar giderilirken söz hakkının olabilmesini sağlıyor. Üstelik tercihlerini kendileri dile getirerek; kendi mahallelerinde, bildikleri dükkanlardan, kendi kazançlarıyla alışveriş yapabildikleri günlerde olduğu gibi... Bu nakit yardımı, ailelerin orta vadede ev ekonomisi ve geçim kaynağı planlamasına odaklanmasını mümkün kılıyor. Ayrıca ikamet ettikleri bölgede yerel ekonomiye katkı yaparak, bölge sakinleriyle iletişim kurmaları için de bir kanal açmış oluyor.

The project conducted by Support to Life with funding provided by European Commission’s Humanitarian Aid and Civil Protection department and with support of the German humanitarian organization Diakonie Katastrophenhilfe was initiated last year to meet the basic needs of refugee families in the cities located near the border, including Diyarbakır, Batman, Urfa and Hatay. Refugees who try to survive far away from their homeland are able to meet their basic needs from any shop or mall of their own choice with the e-vouchers provided to them. The cash assistance provided to a family depending on the number of people in this particular family gives every individual in the family the right to speak for their needs. They can express their own needs; just like the old days, when they were able to buy from familiar shops with their own money... This cash assistance makes it possible for families to focus on the domestic economy and planning their source of living in the medium term. Furthermore, they contribute to the local economics of the area where they currently reside, creating a channel of communication with the other residents of the region.

Programın kapsamı sadece e-kartlar aracılığıyla sağlanan nakdi yardımla da kısıtlı değil. Öncelikli olarak kamp dışında yaşayan mülteci aileleri merceğine alan program, bu ailelerin temel hak ve hizmetlere ulaşımını desteklemeyi de hedefliyor. Vaka yönetimi ekipleri, zarar görebilirliği yüksek mültecilerin sosyal haklar çerçevesinde ihtiyaçlarını gidermelerine danışmanlık ya da doğrudan destek yoluyla yardımcı oluyor.

The scope of the program is not limited to the cash assistance provided with the e-vouchers. With its primary focus on the refugee families living outside the camps, the program aims to support these families so that they can access the basic rights and services. The case management teams offer consultancy or direct assistance services to help vulnerable refugees meet their needs within the framework of social rights.

Fotoğraf karesindeki kadın –yüzü yavrusuna dönük, çocuğun gözleri bana- binbir kaygısının içinde en çok kızının geleceğini düşündüğünde ah edecek, biliyorum. Asla öğrenmemesi gereken şiddet gerçeğini küçük yaşında tanıklık ederek öğrenen o kız çocuğu annesinin ah’ına aynı delici bakışlarla cevap verecek. Fakat bir gün, yakın gelecekte bir gün gözlerini daha güvenle, çocuk kahkahaları eşliğinde etrafına çevirebilmesi için biz o kız çocuğunun ve annesinin yanında olmaya devam edeceğiz. Yeri geldiğinde beraber gülümseyip yeri geldiğinde beraber ah ederek...

I know that the woman in the image, with her face towards her daughter whose eyes staring at me, would sigh with the deepest “ahh” when she thinks about her daughter’s future. And this little girl, who has learned as a direct witness the truth of violence  which she should have never known, would answer her mother’s “ahh” by giving her the same penetrating look. But we always will be there for this little girl and her mother so that one day, in the near future, she can look to the future with confidence with nothing but laughter in her eyes. By laughing with them and crying “ahh”s with them...


9 Şubat 2016 Salı

Serdar Korucu
Gazeteci

Hundred-Year Homeowner Now Unwanted Refugee

Yüzyıllık Evsahipliğinden İstenmeyen Mülteciliğe

01.09.2015


H.O.'s wife interrupts to timidly tell a scene she has experienced. She tells about a woman's reaction in a bus asking "Why are you here while our children are dying for you there?" Letting these words of her mouth, she has tears in her eyes...


H.O.’ın eşi giriyor araya, ürkekçe kendi başından geçen bir hikayeyi aktarmaya başlıyor. Otobüsteki bir kadının “Bizim çocuklarımız orada sizin için ölüyor, siz neden buradasınız?” diye tepki gösterdiğini anlatıyor. Gözleri doluyor bu cümleyi kurarken, sözlerin onda kurşun etkisi yarattığını yansıtırcasına… 


Syria, the "safe harbor" of every crisis involving many nations from Armenians to Kurds, from Palestinians to Iraqis in the region in the last century, is shattered today. The main victim of the war is a group of Syrians who become refugees away from their homeland, taking no sides in the conflict going on in the country... Life is tough for them far away from their land. And in Turkey, which proud of its "Tolerance"...

Son yüzyılda Ermenilerden Kürtlere, Filistinlilerden Iraklılara bölgedeki her krizde “güvenli liman” olan Suriye bugün paramparça. Savaşın en büyük mağduruysa ülkede çatışmanın tarafı olmayan ve doğduğu topraklardan uzakta mülteci konumuna düşen Suriyeliler… Onlar için topraklarının dışında hayat çok zor. “Hoşgörüsü” ile övünen Türkiye’de de… 

Turkey talks about Syrians only when they die. The larger the number of casualties in a combat or attack in some city, the more we see them on the news. Unless the war "personally" concerns a group, their voice cannot be heard in Turkey.

 Suriyeliler Türkiye’nin gündemine hayatını kaybettiklerinde gelebiliyor. Bir şehirdeki çatışmada ya da saldırıda ne kadar fazla ölürlerse haber bültenlerinde o kadar yer alabiliyorlar. Savaş bir kesimi “özel” olarak ilgilendirmedikçe de Türkiye’de seslerinin yankılanması mümkün olmuyor.

Syrian Civil War was "noticed" by the public as late as September 16, 2014, when ISIS, the group which refers to itself as an "Islamic State", attacked Ayn El Arap, or Kobane as called by the Kurdish population living there. The loss of lives in the protest demonstrations and movements organized in a number of cities on October, 6-8 reminded Turkey that the land beyond the border is more than a "neighbor". However, this sensitivity did not last long.

Suriye İç Savaşı’nın son dönemde kamuoyu tarafından “fark edilmesi” 16 Eylül 2014’te, kendini “İslam Devleti” olarak adlandıran IŞİD’in ülkenin kuzeyinde yer alan, bölgedeki Kürt nüfus tarafından Kobani diye adlandırılan Ayn El Arap bölgesine yönelik saldırısı ile gerçekleşti. 6-8 Ekim arasında pek çok ilde gerçekleşen protestolar ve eylemlerdeki can kayıpları, Türkiye’ye sınırın ötesinin “komşu”dan fazlası olduğunu hatırlattı. Ancak bu duyarlılık da uzun sürmedi.

Today, all the Syrian refugees, including the Kurds from Rojava line, are subject discrimination and reminded in their social lives over and over that they are not wanted - children among their friends, fathers at work, mothers on the streets...

Bugün ülkenin kuzeyindeki Rojava hattından Türkiye’ye gelen Kürtler de dahil tüm Suriyeli mülteciler ayrımcılığa uğruyor. İstenmedikleri kendilerine sosyal hayatlarında defalarca kez hatırlatılıyor. Çocuklara arkadaşları arasında, babalara çalıştıkları yerlerde, annelere sokaklarda…

One of the victims of the discrimination is H.O.. He lives in Batman. He fled Kobane, targeted by ISIS, with his family 10 months ago and took shelter in Turkey.  Their escape was not a choice, but an obligation.

 Savaşın ateşi kendilerine yaklaştığında önce ölenlerin haberlerini aldılar. Dayısının oğlunu kaybetti, yakın akrabalarının yaralandığını öğrendi. Ardındansa silah sesleri yaklaştı. Bu nedenle bırakmak zorunda kaldılar anavatanlarını.

While the fire of the war was approaching to them, they first got the news about deaths. He lost a cousin and heard of his injured relatives. Then, arrived the gunshots. So, they had to leave their homeland.

 Bu ayrımcılığın mağdurlarından biri de Batman’da yaşayan H.O.[1]… 10 ay önce ailesi IŞİD’in hedefindeki Kobani’den kaçarak ailesi ile Türkiye’ye sığındı. Bir tercih değil, mecburiyetti onlar için bu kaçış.

H.O. like every Syrian, misses his life in Kobane. "I had a stall where I used to sell vegetables. Beautiful days they were" he says, filling with tears. Today, he tries to maintain his family by taking one-day jobs. For him, every morning, every new day is another struggle for life. He would do anything as work. He is mostly hired to carry packages...

H.O., Kobani’deki günlerini özlüyor her Suriyeli gibi. “Bir tezgahım vardı, sebze satardım. O günler çok güzeldi” diyor gözleri dolarak. Bugünse günü birlik işlerle ailesini geçindirmeye çalışıyor. Her sabah, her yeni başlayan gün, bir mücadele, bir yaşam savaşı onun için. Ne iş olsa onu yapıyor. En çok da yük taşımak düşüyor payına…

H.O. is one of those who have witnessed the destruction of his country step by step. He says five years ago, even before the war started, his brother was arrested by the Damascus government, which he calls the "regime." And that they have not heard from him since then... That is why Syria means "sad memories" as well as "homeland" for H.O. and his family. Yet, it is equally difficult for them to build a new life in Turkey.

H.O. ülkesindeki yıkıma adım adım tanık olanlardan. 5 yıl önce, savaş başlamadan önce “rejim” dediği Şam yönetimi tarafından bir kardeşinin tutuklandığını söylüyor. Ve ondan bugüne kadar haber alamadıklarını… Bu nedenle H.O.’ın ailesi için Suriye demek “anavatan” kadar “acı hatıralar” demek aynı zamanda. Fakat Türkiye’de yeni bir hayatı inşa etmeleri de zor.

For the life they want to make, his two out of five children go to school. One of the two is called "Hivron", meaning "moonlight" and the other is "Rojin", meaning "Sun". When we ask them if they like the school, they first say "Ere" in their own language and then say "Yes". They have dreams. Each want to be a doctor. However, their parents are not that optimistic. 

Kurmak istedikleri hayat için beş çocuğundan ikisi okula gidiyor. Birinin adı “ay ışığı” demek olan “Hivron”, diğeri “güneş” yani “Rojin”. “Okulunu seviyor musun?” diye sorduğumuzda önce anadillerinde “Erê” diye yanıt veriyor ardından “evet” diye tekrarlıyorlar. Hayalleri var. Doktor olmak istiyorlar. Ancak anne ve babaları o kadar ümitli değil.

"On the first day when we were here in Turkey, everything was different," says H.O., telling about how the perception towards them has changed: "They used to help us, but now we are not wanted. We can explicitly feel that."
“Türkiye’ye geldiğimiz ilk gün her şey farklıydı” diyor H.O. ve kendilerine yönelik değişen algıyı anlatmaya başlıyor: “O zamanlar bize yardım ediyorlardı, bugünse istenmiyoruz. Açıkça hissediyoruz.”

Although they are not like those Syrians in Istanbul, Ankara or Izmir, who have to put up with people's closing car windows, turning their faces away, or patronizing looks while they panhandle, this family's story reveals a completely different aspect of discrimination.

İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde dilencilik yaparken otomobil camları kapatılan, yüz çevrilen, horlanarak bakılan Suriyeli mülteciler gibi olmasalar da ayrımcılığın bambaşka bir boyutu çıkıyor bu ailenin yaşadıklarında. 

H.O.'s wife interrupts to timidly tell a scene she has experienced. She tells about a woman's reaction in a bus asking "Why are you here while our children are dying for you there?" Letting these words of her mouth, she has tears in her eyes, as a sign of the bullet effect of the words in her heart...

H.O.’ın eşi giriyor araya, ürkekçe kendi başından geçen bir hikayeyi aktarmaya başlıyor. Otobüsteki bir kadının “Bizim çocuklarımız orada sizin için ölüyor, siz neden buradasınız?” diye tepki gösterdiğini anlatıyor. Gözleri doluyor bu cümleyi kurarken, sözlerin onda kurşun etkisi yarattığını yansıtırcasına… 

H.O. is angry. He cannot stay as calm as his wife. As an answer to the question "Why don't they go back?" asked by the public where "they" refers to the Syrian refugees, he has to say two sentences: 
"If you can stay in Syria or in Kobane with your children and family just for a month, I promise we will go back!"

H.O. ise öfkeli. Eşi kadar sakin olamıyor. Tüm Suriyeli mültecilere yönelik kamuoyunda oluşan “Neden dönmüyorlar?” sorusuna iki cümle ile yanıt veriyor: 
“Siz çocuklarınızla, ailenizde Suriye’de, Kobani’de rahatlıkla bir ay kalın. Söz biz de geri döneceğiz!” 

[1] This interview was made within the scope of "Support to Life with E-Voucher Program" conducted by Support to Life with funding provided by European Commission's Humanitarian Aid and Civil Protection department (ECHO) and with support of the German humanitarian organization Diakonie Katastrophenhilfe.  
Bu görüşme, Avrupa Komisyonu İnsani Yardım ve Sivil Koruma Ofisi (ECHO) fonu ve Alman yardım kuruluşu Diakonie Katastrophenhilfe’nin desteği ile Hayata Destek Derneği tarafından yürütülen “E-kartla Hayata Destek Programı” kapsamında gerçekleştirildi.  




Maria Fernandez
Diakonie Katastrophenhilfe

I don't believe in charity. I believe in solidarity.
Hayır işlerine inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum.
7th October 2015


With over 1.75 million Syrian refugees having crossed the border into Turkey in search of sanctuary, Turkey has shown huge capacity for solidarity. It is providing high quality assistance to nearly 240 000 Syrian refugees in refugee camps. But the majority of Syrian refugees in Turkey live in urban and rural areas, and are surviving under very challenging circumstances. They are struggling to access information, registration public services, education and healthcare.
Sığınmak amacıyla Türkiye sınırından geçen 1,75 milyondan fazla Suriyeli mülteci ile Türkiye, büyük bir dayanışma kapasitesi olduğunu gösterdi. Türkiye, mülteci kamplarında, yaklaşık 240.000 Suriyeli mülteciye nitelikli yardım sağlamakta. Ancak Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin büyük çoğunluğu kırsal ve kentsel bölgelerde yaşamakta ve çok zorlu koşullarda hayatta kalmaya çalışmakta. Bilgiye ve kamu hizmetlerine ulaşabilmek için, kayıt, eğitim ve sağlık hizmetleri ve diğer sosyal haklardan faydalanabilmek için  mücadele vermekte. 
Syria was itself once a haven for refugees. In 1948, most of the Palestinians who fled to Syria were from the northern part of Palestine. A further 100 000 people fled from the Golan Heights to other parts of Syria when the area was occupied by Israel. A few thousand refugees fleeing war-torn Lebanon in 1982 also took refuge in Syria and more than a few thousands were hosted in Syria again in 2006 when the conflict between Israel and Lebanon took place.
Bir zamanlar Suriye'nin kendisi mülteciler için bir cennetti. 1948 yılında Suriye'ye kaçan Filistinlilerin çoğu Filistin'in kuzey bölgelerindendi. Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilince 100.000 kişi daha bölgeden Suriye'nin çeşitli yerlerine kaçmıştı. 1982 yılında savaşta yenik düşen Lübnan'dan kaçan birkaç bin mülteci de Suriye'ye iltica etmiş, 2006 yılında İsrail ile Lübnan arasında meydana gelen çatışma sırasında binlerce kişiye yine Suriye kapılarını açmıştı.
Before the start of the ongoing conflict, Syria hosted 1.5 million Iraqis and over 500 000 Palestinians.. As the conflict escalated – triggering the world's largest humanitarian crisis since World War II – these refugees together with the displaced Syrian population, could not find the solidarity they expected within the international community and were forced to move again. Many found refuge in Turkey.
Suriye'de halen devam eden çatışma başlamadan önce 1,5 milyon Iraklı ve 500.000 Filistinli barınıyordu. Çatışma kızıştıkça - ve İkinci Dünya Savaşı'ndan beri dünyanın en büyük insanlık krizini tetikleyince - yerlerinden edilen Suriye nüfusu ile birlikte bu mülteciler, uluslararası topluluk içinde bekledikleri dayanışmayı bulamadılar ve yeniden yer değiştirmek zorunda bırakıldılar. Birçoğu Türkiye'ye iltica etti.
According to the UN Refugee Agency (UNHCR), between March and April 2012, the number of registered Syrian refugees was around 23 000 people, with Turkey receiving around 40% of refugees. Three years after, Turkey is now home to over 1.7 million registered refugees, making it the country with the highest number of registered Syrian refugees in the world.
BM'nin Mülteci Yüksel Komiserli'ne (UNHCR) göre 2012 yılı Mart ile Nisan ayları arasında kayıt altına alınan Suriyeli mültecilerin sayısı 23.000 civarındaydı ve bunların yaklaşık %40'ı Türkiye'de bulunuyordu. Üç yıl sonra bugün Türkiye, 1,7 milyondan fazla kayıtlı mülteciye ev sahipliği yaparak dünyada en fazla kayıtlı Suriyeli mültecinin olduğu ülke konumunda. 
Turkey has shown tremendous solidarity with refugees, adapting its legal system to the new reality of the refugees. The new Law on Foreigners and International Protection that came into force in April 2014 provides protection and assistance for asylum-seekers and refugees, regardless of their country of origin. Turkey ensures non-refoulement, and provides assistance in 22 camps, generally keeping borders open, allowing refugees to flee their war-torn homes.  
Türkiye hukuk sistemini yeni mülteci gerçeğine uyarlayarak konuya dair muazzam bir dayanışma göstermekte. 2014 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren yeni Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, sığınmacı ve mültecilere, hangi ülkeden geldiklerine bakılmaksızın, koruma ve yardım sağlanmasını öngörmekte. Türkiye, zulüm riski olan yere geri göndermemeyi temin etmekte ve genellikle sınır kapılarını açık tutup savaş mağlubu evlerinden kaçan mültecilerin geçmesine izin vererek 22 kampta yardım sağlamakta.   
Of course, there are challenges for Syrian refugees in Turkey, despite the consistent high-standard humanitarian response that the government has provided. The language barrier is a big issue among the Syrian refugee population, preventing them from learning what their rights and duties are in the new country that is now home to them, and making it hard to access health services or put their kids in school, among others.
Suriyeli mülteciler Türkiye'de devletin sağladığı istikrarlı ve yüksek standartlı insani müdahaleye rağmen zorluklarla da karşılaşmaktalar. Dil engeli, Suriyeli mülteci nüfusu için büyük bir sorun; bu sorun nedeniyle şu an evleri olan bu yeni ülkedeki haklarını ve görevlerini öğrenememekte, sağlık hizmetlerine erişmeleri veya çocuklarını okula göndermeleri zorlaşmakta ve daha birçok zorluk çekmekteler.
Employment is one of the most important needs among the Syrian refugee population, whose literacy rate in pre-war Syria was at 95% for 15 to 24-year-olds. There is a clear link between access to education and access to the workforce. According to its Human Development Index (HDI), Syria has fallen back to where it was 38 years ago – meaning that today the average Syrian has the same life-expectancy, education and employment prospects as in 1977.
Savaş öncesinde 15 ile 24 yaş arası okuryazarlık oranı %95 olduğu Suriyeli mülteci nüfusunun en önemli ihtiyaçlarından biri, istihdam. Eğitime erişim ile iş gücüne erişim arasında bariz bir bağlantı bulunur. Suriye, kendi İnsani Gelişme Endeksi'ne (HDI) göre 38 yıl önce olduğu noktaya geri döndü - bu da demektir ki bugün ortalama bir Suriyelinin beklenen yaşam süresi, eğitim ve istihdam beklentileri 1977 yılındakiyle aynı. 
Since before history was written, Syria has been fought over by foreign empires: Egyptians, Hittites, Assyrians, Persians, Macedonian Greeks, Romans, Mongols, Turks, British, and French. Syrians have always been able to get back on their feet and reconstruct the damage that was done, in a remarkable phoenix-like attitude that they have transmitted to their youngest generations. Solidarity and not charity is what Syrians are requesting to the international community, the same that they have given to the different refugee groups that were once hosted in their now destroyed country.
Yazılı tarihten önceki çağlardan beri yabancı imparatorluklar Suriye için savaştılar: Mısırlılar, Hititliler, Asurlular, Persler, Makedonya Yunanlıları, Romalılar, Moğollar, Türkler, İngilizler ve Fransızlar. Suriyeliler, nesilden nesile aktardıkları anka kuşununkine benzer olağanüstü bir yetenekle hep ayağa kalkıp hasarı onarmayı başarmış ve yen nesillere bu yeteneklerini aktarmışlardır. Suriyelilerin uluslararası toplumdan istediği hayırseverlik değil dayanışma; aynen şu an harap olmuş ülkelerinde bir zamanlar barındırdıkları farklı mülteci gruplarına kendilerinin gösterdiği gibi.
To put in the words of the Uruguayan writer Eduardo Galeano: “I don't believe in charity. I believe in solidarity. Charity is so vertical. It goes from the top to the bottom. Solidarity is horizontal. It respects the other person. I have a lot to learn from other people.”
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano'nun sözleriyle: "Hayır işlerine inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum.  Hayırseverlik çok dikey. Yukarıdan aşağı iniyor. Dayanışma yataydır.  Ötekine saygı duyar. Benim diğer insanlardan öğrenecek çok şeyim var." 

Maria del Mar Marais,
DKH Proje Asistanı

Bir anne ve altı çocuğu; Türkiye'nin Güneydoğusunda, Diyarbakır'da yeni hayatlarına alışıyorlar
A mother and her six children adapt to their new life in Diyarbakir, South East Turkey

4 Ocak, Diyarbakır, Türkiye'nin Güneydoğusu
4th of January, Diyarbakir, South-east Turkey



Altı çocuk annesi Kafaa, Diyarbakır'daki evinin kapısını açıyor ve bizi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle karşılıyor. Sesi derinden ve güçlü çıkıyor. Çocuklarıyla birlikte bir buçuk yıl önce Halep'ten kaçarak Türkiye'nin güneydoğusuna gelmiş. Evlerine misket bombaları isabet etmiş.  Kardeşlerin en büyükleri üçüz kızkardeşler, Diana, Aya ve Sidrah (13); onları iki kız kardeş daha Rama (10) ve Elaf (6) takip ediyor; en küçükleri ise Haydar (3). Eskiden akrabalarıyla tek çatı altında, herbir ailenin kendisine ait tek odaya sığıştığı evde, 30 kişi beraber yaşıyorlarmış. Kafaa, pek de ferah olmayan eski günlerini anımsayınca “"Bu savaş bizim için o gürültülü ve kalabalık evden kurtulmamızı sağlayan bir lütuf oldu," diyerek şaka yapıyor.

Kafaa, a mother of six opens the door to her Diyarbakir apartment and greets us with a big smile. Her voice is deep and strong. She and her children fled Aleppo to south-east Turkey one and a half years ago. Her house was hit by barrel bombs. Diana, Aya and Sidrah (13) are the oldest and triplets, then come two more girls: Rama (10) and Elaf (6) and finally comes Heidar (3), the only boy. They used to live with 30 relatives in one house; in which each family had a room for themselves. “This war was a mercy for us to be able to leave that noisy, crowded house” she jokes, as she remembers her old and not so spacious life.

Çocuklar yarısı boş olan derli toplu odada kanepede oturarak annelerinin konuşmasını dinliyorlar. Kızlar benimle göz göze gelince utanarak gülümserken Heidar haylazca yüzünü şekilden şekle sokuyor. Kafaa'dan çocuklarının kişiliklerini tarif etmesini istiyorum. "Sidrah sözümden hiç çıkmaz ve kardeşlerine göz kulak olur; diş doktoru olmak istiyor. Aya çok utangaçtır, evde oturmayı sever; öğretmen olmak istiyor. Diana ise en güçlüleri. Alışverişe gider, satıcılarda Türkçe pazarlık yapar. O da aşçı olmak istiyor. Rama biraz yaramazdır, Diana'nın peşinden gitmek istiyor. Elaf kuaför olmak istiyor. Heidar ise daha çok küçük, ona babasının Suriye'deki en iyi arkadaşının ismini verdik. Geçen hafta kan zehirlenmesi nedeniyle hastanedeydi, çıktığında Türkçe konuşuyordu." Heidar, annesinin kendisi hakkında konuştuğunu fark edince kıkırdamaya başlıyor. 

The children sit on the sofa listening to their mum in their neat, half empty living room. The girls smile shyly when they make eye contact with me, and Heidar naughtily makes funny faces. I ask her to describe her children’s personality. “Sidrah always listens to me and looks after her brother and sisters, she wants to be a dentist. Aya is very shy, she loves being at home and would love to be a teacher. Diana is the strongest, she loves going out shopping, she bargains with the shopkeepers in Turkish. She wants to be a chef. Rama is quite naughty and wants to follow Diana’s footsteps. Elaf wants to be a hairdresser and Heidar is still very young, he was named after his father’s best friend in Syria. He was in hospital last week for blood poisoning, he came out speaking Turkish.” When Heidar hears his mum talk about him he starts giggling. 

Soldan sağa: Üçüzler Sidrah, Aya ve Diana, kız kardeşleri Rama ve Elaf ve erkek kardeşleri Heidar.
From left to right: The triplets Sidrah, Aya and Diana, their sisters Rama and Elaf and their brother Heidar.

© DKH/ DIYARBAKIR/2015/MARIA DEL MAR MARAIS 

Bu ailenin üyeleri, ECHO fonu ve Diakonie Katastrophenhilfe’nin desteği ile yürütülen E-Kart'la Hayata Destek Programı'ndan faydalanıyorlar.

Program kapsamında mültecilere, ayda bir kere doldurulan ve istedikleri gıda malzemelerini satın alabilmelerini sağlayan elektronik kartlar veriliyor. Kafaa iyi bir planlama yaparak bütün bir ay yetecek kadar yiyeceği kartla temin edebilmiş; 15 kg un, 5 kg pirinç ve bulgur, 10 litre yağ, 10 kilo şeker, yoğurt, yumurta ve taze sebzeler. Annesi evde her gün kendi ekmeklerini kendi yaptığını söyleyince Diana, bana ikram etmek için ekmekten bir parça almaya mutfağa koşuyor.  Kafaa yaşadıkları binanın merdivenlerini temizleyerek ve geleneksel bir tatlı olan “cevizli sucuk” yapımına yardım ederek geçimini sağlıyor. İpe dizili cevizlerin koyu bir şuruba bulanmasıyla hazırlanan cevizli sucuğun bir kutusundan 17 TL kazanıyorlar. Okulda olmadıklarında kızları da ona yardım ediyor.

The members of this family are beneficiaries of the Support to Life with E-Voucher Programme funded by ECHO and supported by Diakonie Katastrophenhilfe. The program consists of an electronic voucher that is charged once a month and allows refugees to buy food of their choice in the market. Kafaa is very well organized and manages to buy food for a whole month with the voucher: 15kg of flour, 5kg of rice and bulgur, 10 litres of oil, 10 kilos of sugar, yogurt, eggs and fresh vegetables. As she tells me that she bakes her own bread at home every day, Diana runs to the kitchen to offer me some. Kafaa makes a living by cleaning the staircase of their building and helping in the production of “cevizli sucuk”, a traditional sweet that consists in walnuts on a string dipped in syrup, for which she gets 17TL a box. Her daughters help her when they are not in school. 

"Çok şükür, Türkiye'deki durumumuz Halep'tekinden daha iyi; komşular başından beri bize destek oluyorlar." Eşinin nerede olduğunu sormaya çekiniyorum ama sonunda sormaya karar veriyorum. "Kardeşleriyle birlikte Suriye'de," diye yanıt veriyor. "Onunla telefonla konuşuyoruz. Ülkesini asla terk etmeyeceğini söylüyor. Bayrama gelirse kalması için onu ikna etmeye çalışacağız." Doğrudan gözlerimin içine bakıyor. Konuşurken sesi hiç titremiyor ve bu güçlü kadına gittikçe daha fazla hayran olduğumu hissediyorum. 

“Thank God the situation here in Turkey is better than in Aleppo, the neighbours supported us from the beginning.” I hesitate to ask where her husband is, but finally decide for it. “He is in Syria with his brothers”-she answers. “We talk to him on the telephone. He says he will never leave his country. If he comes for Eid, we will try to convince him to stay”. She looks at me directly in the eyes. As she talks her voice never trembles and I feel my admiration for this strong woman slowly growing inside me. 
Hayata Destek (STL)
İletişim ve Kaynak Geliştirme Müdürü
Communication and Fundraising Manager

Bir ülke düşünün ki nüfusunun yarısından fazlası evini terk etmiş olsun.

Imagine a country where half of the population had to leave their homes behind.

Tanık olduğumuz Suriye Savaşı, tarihin şimdiye kadar gördüğü en büyük mülteci krizini yarattı.  Suriye nüfusunun yarısından fazlasını yerinden yurdundan etti. 4  milyona yakın insan başka ülkelere sığınmak zorunda bıraktı. Kriz öyle hızlı büyüyor ve derinleşiyor ki, her geçen gün sarmalına aldığı insan sayısı artıyor, etkilediği coğrafya genişliyor.
Kayıtlara göre Türkiye 1,9 milyon Suriyeliyi ağırlıyor. Suriyeliler bu gün Türkiye’nin hemen hemen her ilinde hayata tutunmaya çalışıyor.  E Kartla Hayata Destek Projesi kapsamında çalıştığımız Batman ve Diyarbakır bu illerden sadece ikisi. Batman, tekrar bir düzen kurabilmek için oldukça zorlu bir şehir. Halihazırda var olan işsizlik sorunu şehre göç eden Suriyeliler ile daha da büyümüş. Temmuz ayında paylaşılan bilgilere göre 15 bin mülteci Batman’da AFAD kayıt merkezlerine müracaat etmiş. Mültecilerin çoğu çatışma bölgelerinden kaçıp gelenler bir kısmı ise savaşın yarattığı yoklukla mücadele edemeyip evlerini terk etmek zorunda kalanlar.
Syria War created the biggest refugee crisis in history in front of our eyes. Over half of the entire population has been misplaced. As the crises expands and affect a larger area, the number of the people who get caught in the chaos increase.
According to the records, Turkey currently hosts about 1,9 million Syrians who are trying to hold on to life in almost every city in Turkey. Batman and Diyarbakır, in which we carry on our Supporting Life with E-Voucher Project, are only two of these cities. Batman is a very hard city for starting over. Unemployment issue increased with the Syrians arrival. According to DEMP records, 15 thousand refugees have applied to the registration centers in Batman. Majority of the refugees escaped form the war zone and some left their homes behind due to the poverty caused by the war.
Öğlen saatlerinde kapısını çaldığımız dördüncü ev Osman* ve ailesine ait. Osman karısı, dört kızı ve bir oğlu ile birlikte kaçmış Suriye’deki savaştan. Evlerini terk edeli 10 ay olmuş. Ceylanpınar üzerinden önce Diyarbakır’a sonra Batman’a gelmişler.
“Köyde silah sesleri artmaya başladı, ISID ile çatışmalar sıklaştı. Evleri terk etmek istemedik, dayandık epey, ama baktık silah sesleri yaklaşıyor o zaman kaçmaya başladık. Korkan kaçtı,” diyor hikayesini anlatırken.
Around noon time, we visited the fourth house to meet Osman and his family. Osman fled from the war with his wife, four daughters and one son. It’s been 10 months since they took the journey from Ceylanpınar to Diyarbakır and to their final destination Batman.
“Sound of the guns ascended as the battle with ISIS increased. We did not want to leave, we resisted but the gunshots were getting closer and we started to flee. Those who were scared, fled.” says Osman. 
Evlerini terk ederlerken umutları kısa süre sonra dönebilmekmiş. Osman’ın karısı Ria* memleketlerinden gelen her haberle umutlarının azaldığından bahsediyor.
“Gitmek isterim elbette evime, toprağıma. Ama nasıl gidelim. 5 çocuğum var, nasıl korurum onları orda. Burada zorluk çekiyoruz ama biliyoruz ki şimdilik güvendeyiz.”
They left their homes with the hope of retuning back one day. However, Osman’s wife Ria says that hope is decreasing with the news coming back from their country.
 “I would like to go back to my land. But how can we. How can I protect my 5 children over there. We struggle here but at least we know for now we are safe here.”
Güvende olmak, aslında istedikleri tek konfor bu. Bunun için ise hayatlarını düzene koymak zorundalar. E-kartla Hayata Destek ’den aldıkları yardım bunu yapabilmeleri için fırsat olmuş. Aylık yardım sayesinde gıda masrafları için para harcamalarına gerek kalmamış.
Şehrin meydanlarında günlük iş bulma umuduyla bekleyen insan kalabalığına eklenen mültecileri gördüğünüzde düzenli bir gelirin bu aileler için önemini daha iyi anlıyorsunuz. Kamp alanı dışında yaşayan çoğu mülteci aile  imkanlarını birleştirerek ortak yaşayabilecekleri evler tutuyorlar. Ortalama ev kiraları 250 TL; buna eklenen elektrik ve su faturaları da var. Osman da henüz sabit bir iş bulabilmiş değil. Hamallık yaparak kazandığı parayla ev kiralarını ve diğer masraflarını karşılamaya çalışıyor. Ailenin çocukları küçük yaşlarda olduğundan Ria da çalışamıyor. 7 kişilik bu ailede tek çalışan ailenin babası.
 “Zor ama hamallıktan kazandığımı ev kirasına ve diğer ihtiyaçlarımıza harcıyoruz. Gıda alışverişi için de kartları kullanıyoruz”
The only comfort they are looking for is safety. They need to put their lives in order to do this. The monthly food assistance aid they receive from the Supporting Life with E-Voucher Project allowed them not spending money on food.
Once you see the refugees joining to the crowds with the hope of finding daily jobs, you understand the importance of regular income for these families. Refugee families who live outside the camps, combine their resources and rent a place where they can all live together. Average rent is 250 TL, plus utilities in the area. Osman did not find a stable job yet. He is trying to pay the rent and other expenses with the money he makes working as a porter. Ria is not able to work since her children are young of age. At a family of 7, Osman is the only one who can work.
 “Its hard but we are trying to use the money I make as a porter for the rent and other needs. We use the cards for food expenses.” 
Osman bize hikayesini anlatırken birbirinden güzel bakan çocukları da etrafımızı sarıyor. Kızlarının en büyüğü bize sıcak Ağustos gününde buz gibi soğuk su ikram eden 11 yaşındaki Arin*. Ortanca kızları 9 ve en ufak kızları ise 7 yaşında. Ailenin en yaramazı ise muhtemelen kapı eşiğinden elindeki mızıka ile kendini bir gösterip bir gizleyen  … 3,5 yaşındaki Ahmer*. Ahmer’in Türkiye’de sahip olduğu tek oyuncak elindeki mızıkası.
As Osman is telling his story, his children with beautiful looking eyes surrounds us. The eldest one of his daughters Arin , who is 11, served us iced cold water on a hot August day. His other daughters are 9 and 7. The naughtiest of the family is probably is 3,5 year old Ahmer, who keeps hiding and showing himself at the doorway with his one and only toy-his harmonica in hand. 
 
Ahmer’in  tek oyuncağı elindeki mızıkası. Ahmer is holding his 
only toy, his harmonica
(c)STL, Batman, 2015
Suriye’de 2011 yılında başlayan bu kriz tıpkı Osman’ın ailesinde olduğu gibi aslından en çok çocukları etkiledi. Geçen yıl 260 bin olan çocuk mülteci  sayısı, bu yıl 1 milyon 311 bini aştı. Komşu ülkelere sığınmak zorunda kalan bu çocukların yaklaşık 425 bini, 5 yaşından ufak. Tıpkı Ahmer gibi. 
Syria crisis, began in 2011, affected the children the most just like Osman’s family. Last years the number for children refugees of 260 thousand, this year increased to 1 million 311 thousand. Just like Ahmer, 425 thousand of all children who had to refuge in surrounding countries, are under 5.
Osman ve eşinin önceliği, çocuklarının güvenliğini sağlamak, sonra da onlar için yeni bir düzen kurabilmek. Çocuklarını sağ salim çatışma ortamından çıkarabildiklerine her gün şükrettiklerinden bahsediyorlar. Şanslı da sayılabilirler aslında çünkü Suriye’deki savaş 10 binden fazla çocuğun hayatını kaybetmesine sebep oldu. Suriyeli çocuklar sadece hayatlarını değil, geleceklerini de kaybediyorlar. Savaşmaya zorlanıyor, gözaltında tutuluyor, çocuk işçi olarak ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyor ve eğitim haklarından mahrum ediliyorlar.
Osman and his wife’s priority is to provide the security for their children and to  establish a new life for them. They mentioned that they are grateful everyday for being able to remove their children the conflict zone. As a matter of fact, they could be considered luck since Syria War has caused 10 thousand children death. Syrian children are not only losing their lives, but also their future. They are taken in to custody, forced to fight and to work hard labor, while being deprived from the right of education.
Türkiye’de okula giden Arin 11 yaşında ve doktor olmak istiyor.Arin who is going to school is 11 and she wants to be a doctor. (c) STL, Batman, 2015
Osman okul çağındaki iki kızını okula gönderiyor. 7 yaşındaki Adile* ise bu sene başlayacak. Kafalarını sokabilecek bir çatı bulur bulmaz “okumazlarsa olmaz” deyip çocuklarını okula yazdırmışlar.  Türkiye’ye geleli 10 ay olmuş ama ufaklıklar şimdiden Türkçe konuşmaya başlamış, anne ve babalarına tercümanlık yapıyorlar. Arin okulunun eski okuluna benzediğini söylüyor.
“Ama eski okulumda daha çok arkadaşım vardı “ diye de ekliyor.
Two of Osman’s daughters are going to school. Adile, 7 years old, will start this year. Once they found a roof to live under, they signed up their children to school immediately. It’s been only 10 months since they arrived to Turkey, but the youngling started speaking Turkish already and are interpreting for their parents. Arin says that her current school looks like the one back home. 
“But I  had more friends at my old school“ she adds.
Mızıka çalmayı seven Ahmer ve doktor, öğretmen olmak isteyen kardeşleri henüz umut dolu.  Oysa onların sahip olduğunun aksine, savaş en çok umutları yok ediyor, bittiğinde ise geride travma ve öfke kalıyor.

Suriye’deki krizin sona ermesi için çabalamak bir yana belki en büyük mücadele savaşın mağduru olan bu çocukların “yeniden gelecekten umudu olan bir nesil“ olmaları için verilmeli. Aksi halde geçim sıkıntısında boğulan,  geleceklerini hayal etmeyen, öfkeye yenik düşmüş nesiller, savaşın geride bıraktığı izler olarak tarihte yeni roller alacak. 
Harmonica player Ahmer and her other siblings who wants to be doctors and teachers are full of hope. Instead of what they currently have, the war destroys hope and leaves over only anger and trauma.
Aside from the efforts to end the crisis in Syria, perhaps the biggest challenge battle needs to be given to the children of war for them to be a generation with hopes of future. Otherwise new roles will be added to the history at the time of war with a generation who are drowning in financial troubles, does not dream of the future and succumbed to rage.